7 Mayıs 2009 Perşembe, Kenan Demirkol Hoca ile Yağ Söyleşisi*:
*(Sevgili Tuğba'nın notlarından ve izniyle, Yeşim Güriş'in aktarımı.. Kalemlerinize sağlık...)
"Kenan Hoca söyleşiye adeta kimya dersiyle başlayıp yağların kimyasal yapısını anlattı. Ardından yağ asitlerini, hangi yağın hangi yağ asidini içerdiğini, bunların yararları, zararları ve kaynakları üzerinde durdu. Ayçiçek yağından üzüm çekirdeği yağına kadar pek çok yağ hakkında detaylı bilgiler verdi. Tereyağı ve yumurta konusuna da değindi. Konuşmanın özetini Kenan Hoca’nın ağzından aktarıyorum:
BİO-YAKIT YALANI:
Yağlar, karbon ve hidrojen atomlarından oluşan ve yağda çözünen bir hidrokarbon zinciri ile oksijen ve hidroksit içeren ve suda çözünen bir hidroksil grubundan oluşur. Alkolün yağdan farkı hidroksil grubunda sadece hidroksit bulunması. Benzinin yağdan farkı ise sadece hidrokarbon grubundan oluşması yani hidroksil grubunun olmaması.
Dolayısı ile her üç madde de karbon içeriyor ve oksijen ile yakılmaları sonucunda atık ürün olarak karbondioksit ve su çıkıyor. Sonuçta alkol ya da tarımsal kökenli dizel, fosil yakıtlarla aynı kapıya çıkıyor, yani çevreye daha az zararlı değiller. Bu kadar ön plana çıkmalarının sebebi enerji piyasasında pay alma kavgası, yoksa çevre ile bir ilgisi yok.
YAĞ ASİTLERİ:
Yağ asitleri karbon atomları arasındaki bağ şekillerine göre şu şekilde sınıflandırılır:
1- Doymuş
2- Doymamış
a- Tekli Doymamış
b- Çoklu Doymamış
i- Omega-3
ii- Omega-6
Karbonlar arasında sadece bir bağ varsa doymuş, çifte bağ varsa doymamış yağ asidi oluyor. Eğer bu çifte bağ bir tane ise tekli, birden fazla ise çoklu doymamış yağ asidi oluyor. İlk çifte bağ, zincirdeki hangi karbondan başlıyorsa yağ o isim ile anılıyor. Yani 3. ve 4. karbonlar arasında çifte bağ varsa omega-3, 6. ve 7. karbonlar arasında varsa omega-6 oluyor.
(Bu kadar teorik bilgiden sonra sıra omega-3 ve omega-6 yağlarının önemine geldi.)
OMEGA-3 YAĞ ASİDİ:
İnsan vücudu için en gerekli yağ asidi omega-3’tür, çünkü omega-3 hücre zarı ve miyelin kılıfta kullanılan bir yapı taşıdır. Bu yüzden birçok hastalık omega-3 yoksunluğundan kaynaklanıyor. Omega-3:
- Hücre zarı elastikiyetini etkiler. Yokluğu yüksek tansiyona sebep olur.
- Hücre zarında elektriksel stabiliteyi sağlar. Yokluğu çarpıntı hastalıklarına ve aritmilere sebep olur.
Omega-3 hücre zarında bulunmadığı zaman araşidonik asit ile idame edilir. Araşidonik asit stres hormonlarının hammaddesidir. Yani gecekondumuzu inşa edecek tuğla bulamadığımızda yerine el bombası kullanıyoruz. Damar yaralanması söz konusu olduğunda pıhtılaşma ile yaranın tamiratı trombositler ile yapılır. Omega-3 zengini hücrelerde bu iş az sayıda trombosit ile yapılır. Eğer araşidonik asitten bol bir damar yaralanmışsa tamirat mesela 3 değil 300 trombosit ile yapılmaya çalışılır. Yani damar tıkanıklığı ve kalp krizi.
Şimdi 40 yaşın üstündekilere aspirin önermemizin sebebi budur. Kan sulansın da tıkanıklık yapmasın. Ama bir aspirin insanı 7 gün kanatır, hatta aspirin kullanan insanları ameliyat etmek için bir hafta beklemek gerekir.
Omega-3 aynı zamanda glikoz metabolizmasının iyi çalışmasını sağlar. Aşırı insülin salgılanmasını engelleyerek metabolik sendromu önler.
Omega-3 güçlü bir antioksidandır; kanseri önler.
OMEGA-6 YAĞ ASİDİ:
Yağlar, içinde en çok hangi yağ asidi bulunuyorsa onun ismi ile anılır. Mesela ayçiçek yağı omega-6 ile anılır. Omega-6 içeren diğer yağlar arasında mısırözü ve soya yağı sayılabilir. Ayçiçek yağının %60’ı içinde iki tane çifte bağ olan linoleik asitten oluşmaktadır. Linoleik ait bağışıklık sistemi tarafından hammadde olarak kullanılır, cilt sağlığı için önemlidir.
Doktorlar 40-50 yıl önce kolesterolü düşürüyor diye omega-6 içeren yağları önerdiler. Ama bu yağların içinde doymuş yağ asitleri de vardır. Ayrıca omega-3 ve omega-6 yağ asitleri bağırsaklardan aynı enzimlerle emilir. Omega-6, omega-3’e göre daha büyük, daha hantal olduğu için reseptörleri işgal eder ve omega-3’ün emilimini engeller.
Omega-3’ün emilimini engellemeyecek ölçüde omega-6 almak gerekir. Bunu sağlayan omega-3:omega 6 oranı hakkında değişik görüşler vardır. Japonlar bu oranı 1:1 olarak açıklamıştır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ise 1:4’tür. Yani 1g omega-3’e en çok 4g omega-6 alınabilir. Bir yemek kaşığı ayçiçek yağı 12 gramdır. %60’ı yaklaşık 7.5g yapar. 7.5g omega-6’yı karşılamak için yaklaşık 2g omega-3 almak gerekir. Oysaki 100g hamside bile 1.2g omega-3 var. Yani omega-3 altından daha değerli. Bu yüzden eve ayçiçek, mısır, soya, pamuk yağı sokmuyoruz. Bugünkü beslenmemizde omega-3:omega:6 oranı 1:20-50’dir. Patates cipsi, mayonez, ketçap, salata sosları, dışarıda yediğimiz bütün tencere yemekleri hep bu yağlardan yapılıyor. İsterseniz bir kutu balık yağı (omega-3 bakımından zengin) alın, beslenmenizden ayçiçek yağını çıkarmadıkça bir işe yaramaz anca kanalizasyonu sevindirirsiniz.
Zeytinyağının içinde %7 linoleik asit vardır ve bu bize ihtiyacımız olan omega-6’yı sağlar. Omega-3 açısından bakarsak yine de riskli bir durum var, çünkü zeytinyağı omega-6 da içerir bu yüzden ölçülü kullanmalı, kaşık kaşık içmemeliyiz.
OMEGA-3 NELERDEN ALINIR?
Üç tane omega-3 kaynağı vardır:
1- Bitkisel kökenli alfa linoleik asit (ALA)
2- Hayvansal kökenli eicosopentaen asit (EPA)
3- Hayvansal kökenli docosaheksaen asit (DHA) (Miyelin kılıfta olan budur yani beyin için iyi olan)
Bir grup çocuğa balık yağı vermişler ve balık yağı verilmeyenlerle karşılaştırmışlar. Bir müddet sonra balık yağı alanlarda televizyon izleme azalmış, ders çalışma ve başarı artmış. Kütüphane yok mu diye sormaya başlamışlar.
Eksik omega-3 deposunu doldurmak 2 yıl alıyor.
Peki balık olmayan ülkelerde insanlar nasıl omega-3 aldılar? Bu soruyu cevaplamak için balığın neden omega-3 içerdiğini bulmak yeterlidir. Balık omega-3 içerir çünkü yosun ya da yosun yiyen küçük balık ile beslenir. Yani omega-3 kaynağı yeşilliktir. İnek de otlarsa onun etinde de omega-3 bulunur. Ama maalesef piyasada satılan çeşitli tereyağlarını TÜBİTAK’a kendi paramla test ettirdim ve hiçbirinde omega-3 çıkmadı. Pirinç kırığı, patates, pancar küspesi ve mısır silajı yedirerek hayvandan omega-3 alınması mümkün değildir.
Madem artık inek omega-3 yemiyor biz yiyelim deme lüksüne de sahip değiliz. Çünkü insan, bitkisel kökenli olan alfa linoleik asitten EPA ve DHA üretmekte zorlanıyor. 7g ALA’dan 1g EPA anca üretebiliyor. Bu mikitar 10 kg marulda var ve bu kadar yememiz mümkün değil. Vejetaryenlere de ayrıca duyurulur.
Günde 1.6g EPA veya DHA lazım. Bunun için 50g keten tohumu yemek lazım, mümkün değil. Ceviz de iyi ama 100g cevizin 600 kalorisi var. Bunun yerine 200g hamsi yiyelim. Hamsi, sardalye, uskumru yiyin. Küçük balıkları tavsiye etmemin sebebi denizlerimizin inanılmaz derecede ağır metallerle kirlenmiş olması. Ağır metaller balığın yağ dokusunda birikiyor. Balık büyüdükçe yağ dokusu, dolayısı ile de ağır metal birikimi artıyor. Dip balığı (kalkan) ve büyük balık yemeyin. Hamsi yüzey balığıdır ve yakalananlar 1 yaşın altında olduğu için temiz sayılabilir. Hamsi en güçlü omega-3 kaynaklarından biridir. Her gün balık yiyin de diyemiyorum bu sefer de ağır metal birikiminden gidersiniz.
Ziraatı öldürdük; ziraat mühendisliğini yarattık, gıdayı öldürdük gıda mühendisliğini yarattık, çevreyi öldürdük, çevre mühendisliğini yarattık. Sağlıklı toplum istiyorsak köklerimize; bilge köylü tarımına dönmeliyiz. Bu işler bireysel olmaz. Mesela Pembe Domatesçiler biz 3-5 hayvan yetiştireceğiz der. Ya da devlet kronik hastalık tedavisine 30 milyar dolar harcayacağıma çiftçiye 10 milyar dolar vereyim der. 30 milyarı Amerikan firmalarına kaptıracağına, 10 milyarı çiftçine ver hem de insanlar sağlıklı yaşasın değil mi?
Hayvansal kökenli omega-3 balık dışında yumurta sarısında var. Her sabah 1 ya da 2 yumurta yiyin. 2 yumurta 0.8 g omega-3 verir. Ama tabii ki doğal yumurta. Türkiye’deki yumurtalardan civciv bile çıkmıyormuş, civcivler İsrail’den geliyormuş.
YUMURTA VE KOLESTEROL YALANI:
Bir yumurtada 300 mg kolesterol var. İnsanın günde alabileceği maksimum kolesterol miktarı da 300 mg. Ama bu kolesterol tek başına değil kümeler halinde bulunuyor.
Üç çeşit kolesterol var:
1- VLDL (very low density lipoprotein)
2- LDL (low density lipoprotein)
3- HDL (high density lipoprotein)
LDL de kendi içinde küçük LDL ve büyük LDL olarak ikiye ayrılıyor. Yumurtadaki büyük LDL ve çapı 0.28 mikron. Hücrede büyük moleküllerin alınması için tüneller vardır, bu tünellerin çapı ise 0.22 mikron. Yani bu kolesterol hücreye giremiyor. Ayrıca yumurtada lesitin diye bir madde var. Bu madde yumurtadan alınan kolesterolün bağırsaklardan emilimini engelliyor. Kazara emilenler olursa da hücreden geçemiyor. Bir de yumurta da doymuş yağ asidi de yoktur.
Ev hanımları kızacak ama yumurtayı yıkamadan kırın. Yumurta kabuğunun üzerinde bulunan salmonellalar (zararlı bir bakteri), yumurta ıslaksa yumurtanın içine geçer. Kuru iken bu risk az. Yumurtayı kırıp hemen elinizi yıkayın. Eğer yumurtanın dışnda tavuk pisliği varsa bir kağıtla temizleyip sonra kırın. Ayrıca tencere kenarına vurarak da kırmayın, tencerenin içine geçebilirler.
Yumurta palavrası yılda 50 milyar dolarlık kolesterol hapı satılsın diye uyduruldu. Kolesterolü olan birisi beslenme şeklini değiştirmediği sürece (şeker yemeyecek, mera hayvanından olmayan sütü içmeyip peyniri yemeyecek, kolesterolü oksitleyen yiyeceklerden kaçınacak…) bu hapları kullanmak zorunda kalır. Ama unutmamalıdır ki bu haplar kansere yol açabilir.
Çiftlik yumurtası bulamıyorsanız içinde 2.5 kat fazla omega-3 olan omega-3’lü yumurtaları tercih edebilirsiniz. Bu yumurtaların sağlandığı tavuklara keten tohumu yediriyorlar.
Fazla omega-3 alınsa bile kaka ile atılır (bir dinleyici sordu). Karaciğer yağlanması da omega-3 eksikliğinden. Omega-3 eksikliği olup olmadığı test edilebiliyor, Türkiye’de yapılıyor mu bilmiyorum. “Eritrosit” testinde alyuvarların hücre zarındaki omega-3 miktarına bakılıyor, bu miktar kalp kasındaki omega-3 miktarı ile paralel. Yüksek seviyede omega-3 enfarktüs riskini düşürdüğü gibi enfarktüse bağlı ölüm riski de düşük seviyede omega-3’ünküne göre %90 fark ediyor.
DOYMUŞ YAĞLAR:
Tereyağına kendine has kokusunu ve tadını veren bütirik asit doymuştur.
Doğada 40 çeşit doymuş yağ var. Bunlardan 3 tanesi sağlığa zararlıdr.
1- C12 - laurik asit
2- C14 – ministik asit
3- C16- palmitik asit
(C18 – stearik asit, açıklanacak)
Bu asitler kolesterolü asitlediği için zararlıdır. Yoksa kolesterol zararlı değildir. Zararlı olsa anne sütünde bulunmazdı zaten. Oksitleyen maddeler früktozun trigliserite dönüşmesi ve C12, C14, C16. Kolesterol oksitlenirse damar sertliği yapar.
Palmitik asit kahveye atılan süt tozlarının hammaddesi. Afiyet olsun, damar kireçlenmesi!
Mesela Adana kebap. Hammaddesi iç yağdır. İç yağın hammaddesi de palmitik asit. Atalarımız da Adana kebap yiyordu da niye onlara bir şey olmuyordu? Çünkü onlar mera hayvanından elde ediyorlardı eti. Mera hayvanının iç yağındaki ana madde stearik asit. Stearik asit 37.5 derecede emiliyor ve vücuda alındıktan 15 dakika sonra oleik aside yani zeytinyağındaki yağ asidine dönüşüyor.
ETTEN ÇOK PEYNİRDEN KAÇININ!
Mera hayvanının etinde omega-3 vardır ve C12, C14, C16 çok azdır. Ayrıca konjüge linoleik asit (CLA) içerir ki bu asit çok kuvvetli bir antioksidandır. CLA içeren besinlerle beslenen kadınlarda %60 daha az meme kanseri görülür. Mera hayvanının sütünde ayrıca insüline benzeyen bir büyüme hormonu da bulunur. Anadolu’da 100 yaşında üçüncü kalıcı dişini çıkaranlar efsane değildir. CLA ve bu büyüme hormonu sadece mera hayvanının sütünde var. Bugünkü sütte ise durum tam tersi. Etten çok peynirden kaçının. Çünkü hiç olmazsa etin yağını ayıklayabiliyorsunuz. Kıyma değil ama, kıyma almayın sakın. Peynirin yağını ise ayıklayamıyorsunuz. Beyaz peynirin %20’si yağ. Tanıdığınız bildiğiniz üreticilerden alın. Keçi yemle beslenmez derler ama organik keçi peyniri satan bir marka sağımda keçilere küspe veriyormuş.
STRES DEĞİL YANLIŞ BESLENME
İnsanlar niçin 36 yaşında kanser olup, 30 yaşında enfarktüs geçiriyor? Stres diyorlar, yalan! Yeteri kadar omega-3 alınırsa stresle baş edilebilir. Bir araştırmada omega-3 yönünden zengin beslenen Japonya ile omega-3 yönünden fakir beslenen Polonya karşılaştırılmış. Japonya’da stres daha fazla olmasına rağmen 5 kat daha az depresyon görülmüş. Amerika’da sadece omega-3 ile şizofreniyi tedavi eden klinikler var.
ZEYTİNYAĞI, MARGARİN VE TRANS YAĞLAR
Zeytinyağının hammaddesi oleik asittir. Oleik asitteki karbonlar arasındaki çifte bağ, üç boyutlu atom yapısına baktığımızda atomların birbirlerine 107 derecelik bir açıyla bağlı olmalarına sebep olur. Bu 107 derecelik kırılma aynı yönde ise “cis”, ters yönde ise “trans” diye adlandırılır. Ters yöndeki bu trans yağ asitleri vücut tarafından tanınmıyor, tanınsa bile sindirilemiyor. Karaciğerde ve damarlarda depolanıyor. Yani benim sünnet düğünümde yediğim patates kızartmaları hâlâ duruyor.
Trans yağlar kolesterolü oksitler. Hatta inme açısından düşündüğümüzde doymuş yağlardan da tehlikelidir.
Trans yağlar en çok şarküteri ürünlerinde (salam, sosis, vb) bulunur. Bunlarda zaten doymuş yağ da çoktur.
Margarinde de trans yağ vardır. Şimdi margarindeki trans yağları attılar ama bu onu aklamaya yetmez. Zaten bugün pastacılıkta kullanılan (börek, poğaça, açma, vb) margarinler hâlâ trans yağlı. Çünkü piyasadaki margarinlerin sadece üçte birinden trans yağlar çıkarıldı. Pastaneler de ucuz olan trans yağlı margarinleri tercih ederler doğal olarak.
60 g poğaçadan rahat 20 g margarin alıyoruzdur. Dünya Sağlık Örgütü trans yağ alınmamasını, alınsa bile günde en çok 2 g alınmasını tembihliyor. Gerisini siz düşünün artık.
Ucuz sıvı yağlar ilk aşamada hidrojenize edilerek katı hale getiriliyor. İkinci aşamada, ters gelen yağ asitlerinin filtre edilmesi gerekiyor. E tabii bu da ek masraf gerektiriyor.
Margarin yapımında ya Hindistan kökenli palm yağı, palm çekirdeği yağı ve Hindistan cevizi yağı gibi doymuş yağ asitlerinden zengin yağlar ya da pamuk yağı, ayçiçek yağı gibi çoklu doymamış yağ asitlerinden zengin yağlar kullanılıyor.
Margarin yiyerek vücudunuza şunları alırsınız:
1- Trans yağ asidi
2- Palmitik asit
3- Linoleik asit
Linoleik asit ısıtıldığı anda hidroksinanomal diye bir madde oluşur. Bu madde hücredeki genetik yapıya atak ederek kansere sebep olan bir maddedir. Bu yüzden kızartmaları ayçiçek yağı, mısır yağı gibi yağlarda yapmamalıyız.
Kızartma zeytinyağında yapılırsa hidroksinanomal oluşmaz, omega-3’ün emilimi engellenmez, ayrıca zeytinyağı ısıya dayanıklıdır. 230 – 250 derecede dumanlaşır. Bu açıdan bakıldığında ısıya en dayanıklı yağdır. Sızma yağını tavada kullanırsak organik koku maddeleri daha düşük ısıda yandığı için bir koku oluşur ama bu zararlı değildir ve kesinlikle yağın yağdığını göstermez. Zeytinyağı ile kızartma yapılmaz yalanını Marshall yardımından sonra uydurdular.
Tavalar 170 - 200 derece sıcaklıkları arasında kullanılır ama pişirme zamanı olarak 170 ile 200 derecenin bir farkı yoktur. Bu yüzden illâ kızartma yapacaksanız 170 derecede kızartın. Ayrıca sebzelerin yağ çekmesinin en önemli sebebi kızartma yağının defalarca kullanılmasıdır.
FINDIK YAĞI
Fındık yağı zeytinyağına çok benzer. Fındığın %60’ı yağdır. Ama yağının çıkarılması için 80 dereceye ısıtılması yani rafine edilmesi gerekir. Bu da antioksidanları öldürür. Zeytinyağından vazgeçmeyin; hem yağ kalitesi hem de antioksidan açısından zenginliği bakımından.
KANOLA YAĞI
Kanola yağından bahsetmek bile istemiyorum.
RİVİERA ZEYTİNYAĞI
Zeytin çuvala konur, bağlanır, asılır ve kendiliğinden bir yağ çıkar. Ondan sonra prese alınır. Bir müddet sonra ağırlık bindikçe çekirdekler de kırılmaya başlar ve çekirdeğin içindeki asitler de yağa karışır, bu yüzden yağ acımsı bir hal alır. Bu en son yağın piyasa değeri yoktur. Ticarî açıdan değeri olmayan bu çok tortulu zeytinyağları ısıdan geçirilerek rafine zeytinyağı elde edilir. Koku versin diye de içine %5 oranında sızma eklenir. İşte bu yağa riviera zeytinyağı denir.
Siz sızma zeytinyağı kullanın ve yağı da ateş kapatıldıktan sonra koyun. Ben hatta yemek tabağa gelince ekliyorum zeytinyağını. Zeytinyağı ısı görmeyince antioksidanları ölmez ve asitidesi artmaz (mide hassasiyeti önlenir böylece).
Bir dinleyiciden not: Zeytinyağının soğuk presle mi kontinü sistemle mi elde edildiğine dikkat edin. Çünkü kontinü sistem ile elde edilenler sızma değildir.
Zeytinyağını şeffaf şişeye koymayın. E vitamini ve antioksidanları ölür.
Türkiye’de kişi başına düşen zeytinyağı tüketimi yılda 1litre, Yunanistan’da ise 20 litre. Yani herkes bilinçlense bile yeteri kadar zeytinyağı yok.
ÜZÜM ÇEKİRDEĞİ, KABAK ÇEKİRDEĞİ, CEVİZ, BADEM YAĞLARI
Üzüm çekirdeği yağını araştırmıştım, tam hatırlamıyorum ama sanırım lineloik asit fazla içeriyor diye beğenmemiştim. Kabak çekirdeği yağı da öyle. Kabak çekirdeği prostata iyi geliyormuş (bir dinleyici söyledi). Ama şuna dikkat edin; prostattan korunayım derken bütün vücuttan olmayın. Bu tarz şifa ile ilgili yiyeceklerin ölçüsü taneyle olmalı bizde ise ölçüler avuçla. Bir avuç fındık mesela aşağı yukarı 500 kaloridir, ayrıca aldığın 80 gram yağın yaklaşık 10 gramı lineloik asittir. Fındık yağının bileşimi aslında iyi değildir. Yani 3-5 tane kabak çekirdeği yiyin ama abartmayın öyle avuç avuç yemeyin. Ceviz ve badem yağları iyidir aslında ama badem yağında arsenik vardır, bu yüzden az yiyin. 100 g cevizde 600 kalori vardır.
Susam yağı da ayçiçek yağı gibidir, kötüdür. Yani sadece susamdan alınan omega-6 tolere edilebilir ama başka omega-6 almazsan. Tahin helvası yemeyin. Hem içerdiği susamdaki kötü yağ açısından hem de içerdiği şeker açısından. Tahin pekmezden de uzak durmak gerekir.
OMEGA-3 KAPSÜLLERİ VE TAKVİYE VİTAMİNLER:
Günde 2 yumurta yiyerek omega-3 ihtiyacımızın yarısını karşılayabildiğimize ve omega-3’ten yoksun bir dönemde yaşadığımıza göre sağlıklı beslenerek geri kalanını alamıyorsak üzülerek söylüyorum dışarıdan takviye etmek zorundayız (Hocaya kendisinin kullanıp kullanmadığı soruldu, “maalesef kullanıyorum, benim kullanmam zorunlu zaten” dedi). Omega-3 balık yağından üretiliyor (Alaska’daki balıklardan üretiliyor ve burada kirlilik de az).
Omega-3’ü takviye edebilsek de CLA’yı edemeyiz. Doğada 15 çeşit CLA vardır. Sütte bulunan CLA ile aspirden üretilip zayıflatmak amacıyla kozmetikte de kullanılan CLA’nın atomik yapısı aynı değildir. Aspirden üretilen CLA kalpten omega-3 alıp götürür. Eğer sütten CLA alamıyorsanız asla takviyeye başvurmayın.
Örneğin E vitamininin kanseri önlediği ortaya çıktıktan sonra bir deney yapıldı ve bir gruba E vitamini hap olarak verildi, diğer gruba ise verilmedi. E vitamini alan grupta %10 daha fazla kanser görüldü. Çünkü yapay olarak üretilen E vitamininin %90’ı trans.
Haftada 40 farklı, çoğu toprak kökenli besin maddesi tüketiliyorsa asla ek vitamin ve minerale ihtiyaç yoktur. 40 farklı besin maddesini nasıl alabiliriz haftada? Her gün farklı bir salata yaparak. Ama maalesef bu şekilde omega-3’ü ve CLA’yı alamıyoruz. CLA’yı dışarıdan takviye ile de alamıyoruz. Otla beslenen hayvanın sütünden peynirinden başka seçenek yok yani.
Otlayan hayvan kirlilikten de nasibini alabilir (civa, kurşun). Mesela Almanya’da otoban kenarında hayvan otlatmak yasak. Ama tabii Ağrı’da bu sorun yok.
ORGANİK HAYVANCILIK YASASI YANLIŞ
Mısır’ın Anadolu geçmişi 400 yıl. Yani hayvanın beslenmesinde mısır yok ki! Nasıl biz şeker yemeyin, nişasta az tercih edin diyorsak aynı şey hayvanlar için de geçerli. Patates, mısır, pirinç kırığı hep nişasta halbuki. Kışın hayvanları yemle besliyor olabilirler. Sonbahara doğru hayvanlar yayladan inmeden gidin mesela Ağrı’daki bir köye peynirinizi yaptırın.
Ben sonbahara doğru yurtdışına çıktığımda yaz boyunca merada otlamış hayvanın sütünden üretilen organik tereyağı alıyorum çünkü organik hayvancılık yasası yanlış. Organik tarım yasası makul ama Avrupa Birliği organik hayvancılık yasasını alın çöpe atın. Çünkü %10 sanayi yemine izin veriyor. Ayrıca organik tarımla üretildiyse pancar küspesine, patatese, mısıra izin veriyor. Ne zamandan beri hayvan pancar yiyor? O yüzden kışın dikkat etmeli.
SONUÇ
Benim yaptığım 100 sene önceki Anadolu’yu bugünkü bilgilerle çözümlemekten başka bir şey değil. Talep etmeyi bilirsek ulaşma olasılığımız da artar. 1.5 milyon çiftçi işsiz kaldı, biz kılımızı bile kıpırdatmadık. Bu yüzden kronik hastalıklardan ölmeye mahkûmuz. Fakir ama temiz kalmış köyleri yeniden bulmak zorundayız.
Ben 1 Mayıs’tan beri https://www.demokratikyasam.com/ adresinde aylık bir dergi yayınlıyorum artık. Demokratikleşmenin tüm unsurlarını içeren konular da olacak ve sizlerin de yazı, fotoğraf vererek aktif katılımızı rica ediyorum. Özellikle erkek yazar - kadın yazar oranı %50 olsun istedik ama bir tek kadın yazar bulabildik."
Derleyen: Tuğba
kaynak: Yeşim Güriş
teşekkürlerimizle...